Nays T!ng
"Gerçeğ!n Kenarından Hayatın Düzen!ne..."

Petrol ve Terör

Cumartesi, Ağustos 18, 2012

15 Mart 1915'te yazılan bir Daily Telegraph makalesinde dünya çapında sürmekte olan savaşın bir "petrol savaşı" olduğu yorumu yapılmıştır. Bu yorum çok doğru çünkü savaştan önce Osmanlı toprağı olan Irak, Lübnan, Suriye ve Suudi Arabistan'ın bir bölümü savaş sonrasında Osmanlı'dan koparılmıştı. Bakıldığında bu ülkelerin ortak özelliğinin hepsinin "petrol ülkeleri" olduğu açıkça görülüyor. Çanakkale Boğazını gemilerle geçeceğine inanan İngilizler yanılmıştı. Karadan geçeceklerine inandıklarında da durum değişmedi. İngilizler için Çanakkale 200 bin askerinin öldüğü bir fiyaskoydu. Peki bu kadar ısrarcı olmalarının arkasında hangi sebep vardı ? Cevabı basit aslında ; Petrol sahalarını kontrolünde tutmak . Bunu savaşarak başaramayacağını anlayan İngilizler Arapları Osmanlıya karşı ayaklanmaları için kışkırttı. Onlara bağımsızlık sözü vererek bölgeyi parçalara ayırdıktan sonra Fransızlarla aralarında paylaştı. Fransa'ya Türkiye'nin güneydoğusu, Kuzey Irak, Suriye ve Lübnan verilirken, İngilizler Ürdün, Irak ve Filistin ' i aldı. İtalya'ya ise Osmanlının petrol bulunmayan yerleri uygun görüldü. Ruslara da Kürdistan diye adlandırdıkları yerler ve Ermenistan'ın bir kısmı ayrılmıştı. Ancak Rusya'da devrim olunca bu gizli anlaşmaları tüm dünyaya açıkladı. Savaş bittiğinde Osmanlının petrol fışkıran toprakları İngiliz ve Fransız koruması (!) altındaki Ortadoğu ülkeleri haline geldiler. Kasım 1918'de bir hafta önce ateşkes imzalayan İngilizlerin anlaşmayı çiğneyerek Musul'a girmeleri bu savaşın petrol savaşı olduğunu bir kez daha kanıtlıyordu. Son yüzyılda yapılan savaşların neredeyse tamamı petrol için yapılmış ve milyonlarca insan bu uğurda öldürülmüştür.



1935'te İtalya tanklar, uçaklar, zırhlı kamyonlarla kömür, platin ve petrol dışında bunların hiçbirine sahip olmayan Etiyopya'ya saldırdığında, uçakların kanatlarına yerleştirdikleri özel spreylerle kadın, çocuk, asker ve hayvanları ölümcül yağmurlarla yıkamıştı.

Petrolde tamamen dışa bağımlı olan Japonyanın, yüzde 80 tedarikçisi durumunda olan Amerika ile savaşması ve sonrasında hepimizin bildiği acı gelişmeler yine petrol yüzündendi.

Hitler, Avrupanın neredeyse tamamını işgal ettiğinde mağlup edilemeyen bir ülke olmak için Kafkasları ele geçirmek zorunda olduğunu biliyordu. Çünkü Romanyanın ve Kuzey Afrikadaki Vichy'nin petrolü yetersizdi. Bu yüzden önce Hazar Denizini almak sonra da İran, ırak ve Hindistan'ın petrol sahalarına hakim olmak istiyordu. "Bakü petrolünü ele geçiremezsek, savaş kaybedilir." diyordu Hitler . 200 günden fazla süren Stalingrad Savaşı bir buçuk milyon askerin ve 50 bin sivilin ölümüne sebep oldu.



Aralık 1944'te müthiş bir yakıt sıkıntısı çeken Almanlar tüm yakıtlarını toplayıp son çare olarak Belçika'daki Stavelot yakınındaki yakıt deposunu ele geçirmek için saldırdı. 2 buçuk milyon galon yakıtın bulunduğu depoya bir mil kadar yaklaşmalarına rağmen güncel olmayan haritaları sebebiyle bulamadılar ve yakıtları bitti. Almanlar artık işe yaramayan savaş makinelerini bırakıp eşeklerle geri çekilmeye başladıklarında bir milyon asker ölmüştü bile. Yakıt için saldırmış ve yakıtları tükendiği için kaybetmişlerdi.

Batılıların sömürgesindeki ülkeler zamanla özgürlükleri için savaş verdiler ve bir çoğu bağımsızlığını ilan etti. Asya ve Afrikadaki sömürgeler bağımsızlıklarından sonra bile büyük petrol şirketlerinin talimatlarıyla yönetildi. Zaten bu petrol şirketlerinin ortakları batılı ülkelerin yönetiminde en üst mevkilerde bulunuyordu. Bugün bile durum aynıdır. Petrol şirketlerinin nerede bittikleri ve iktidarların nerede başladıkları belli değildir. Bağımsızlıklarını ilan ettiklerini sanan ülkeler ürettikleri petrolleri istedikleri fiyattan satamıyorlardı. Kime, ne kadar ve ne fiyattan petrol satacaklarını büyük petrol şirketleri belirliyordu.Bu şirketlerin çıkarlarını tehlikeye atan liderler ve yönetimler hemen kanlı darbelerle devriliyordu.

İran petrolünü millileştirmek istediğinde CIA tarafından organize dilen bir darbeyle İran başbakanı Musaddık görevinden indirilirken Amerikan ve İngiliz istihbaratının yardımlarıyla başa getirilen Şah, petrolün yüzde 40'ını Amerikaya geri kalanını da İngilizlere , Fransızlara ve İran'a bırakan anlaşmalara imza attı.

Benzer senaryo Irak lideri Kasım için de uygulandı. Kasım'a suikast düzenleyen 6 kişilik ekibi Amerika eğitmişti ve Amerikan istihbaratıyla hareket ediyorlardı. Bu ekipteki suikastçılardan biri de o zamanlar 22 yaşında olan 'Saddam Hüseyin' idi.

Senaryolar her yerde benzerdi. Mısır'ın ; İsrail, Fransa ve İngiltere tarafından işgali , Nasır'ın Avrupa'nın petrol için baş rotası olan Süveyş Kanalını millileştirmesinden hemen sonra geldi.

Petrol ülkeleri zamanla daha fazla pay almak için sömürgeci batılı devletlere ve dev petrol şirketlerine baskı yaptı. Petrol fiyatlarının aşırı düşüşüne ve batılı devletlerin aşırı tüketimine karşılık "Petrol Üreten Ülkeler Örgütü" kuruldu. Ancak OPEC dev petrol şirketlerinin karşısında etkisiz kaldı. Fiyatı yine tüketen ülkeler belirliyordu. Taa ki Eylül 1960' da Albay Muammer Kaddafi , Avrupalıların kolayca pazarlık yaptığı Kral İdris'in çürümüş rejimini bir grup genç ordu subayı ile devirene kadar. Kaddafi, büyük bir petrol şirketinin avukatlığını yapmış olan ve petrol ticaretinin nasıl işlediğini iyi bilen Doktor Süleyman Mağribi'yi başbakan olarak atadı. Kaddafi ve Magribi petrol petrol şirketlerinin Libya'yı aldattığından emindi ve bunu engellemeye kararlıydı. Kaddafi Libya'da iş yapan yirmi bir petrol şirketine fiyatlarına arttırmalarını emretti, kısa zamanda petrol şirketlerini ve batılıları yola getirdi. Büyük petrol şirketleri Libya'da Kaddafi'nin şartları ile çalışıyorlardı artık. Kaddafi OPEC için bir ilham kaynağı olmakla birlikte diğer petrol ülkelerinin uyanışını sağladı. Dünya genelinde petrol fiyatları dört katına çıktı. Sömürgeci ülkelerden petrol için daha fazla para çıkıyor sömürge ülkelerine ise alışık olmadıkları kadar fazla nakit para giriyordu. Bu ülkelere lüks arabalar giriyor, saraylar ve lüks binalar inşaa ediliyor, halk için sosyal projeler gerçekleştiriliyordu. Ancak en büyük parayı silaha veriyorlardı. Silah satışı batılıların kaşıkla verdiğini kepçeyle geri alma yöntemiydi.



Amerika silahını satmak için petrolü olan devletleri hep birbirine düşürdü. Tıpkı soğuk savaş yıllarında kominist bloka karşı desteğe ihtiyacı olan devletlere silah sattığı gibi şimdi de petrolü olan ülkelere silah satıyordu petrolden kazandıklarını ellerinden almak için. İsrail bölge için hep büyük bir tehdit olmuştu ve silahlanmayı gerekli kılıyordu. İran'ın eğitimsiz ordusuna birkaç yılda onlarca milyar dolar silah sattı. On yıl süren İran -Irak savaşında İran'a gizlice silah satan Amerika ve Irak'a gizlice silah satan İngiltere dışında kazanan olmadı. Onlarca yıl iç savaş yaşayan Angola'nın çok zengin elmas , altın ve petrol rezervlerine sahip olması tesadüf değildi. Amerika bu savaşta farklı zamanlarda farklı grupları destekleyerek en iyi bildiği işi yapıyordu.

Nijerya'nın Biafra yöresinde büyük petrol rezervi bulunmasıyla buranın Nijerya'dan ayrılmak istemesi de tesadüf değildi. Soğuk savaş döneminin en kanlı çatışmalarının yaşandığı Biafra savaşında çoğu açlıktan 3 milyondan fazla sivil insan ölürken İngiltere "aç bırakarak öldürmeyi bir savaş taktiği olarak gören" hükümetin savaştan galip çıkacağını düşündüğü için zulme destek verdi. Tıpkı bugün Rusya'nın Esad'a destek vermesinde olduğu gibi. Galip gelecek tarafın yanında durursa savaş sonrası petrol anlaşmaları yapmak daha kolay olurdu. Dünya açlıktan ölen insanların resimlerini gördüğünde acıma ve şefkat duygusuyla Biafralılara yiyecek ve ilaç götürme yarışına girişirken İngiliz ve Mısırlı pilotlar Sovyet yapımı uçaklarla zaten açlıktan ölecek olan milyonlarca sivilin başına bombalar yağdırıyordu. Ne için ? Petrol .



60'lardan sonra Sovyet jeologlar doğal gaz ve petrol araştırmaları yaptığı Afganistan'da 95 milyon varil rezerv bulunca Sovyetlerin bu ülkeye girmek için haklı sebepleri (!) olmuştu. Çünkü raporlar Sovyetlerin kısa zamanda petrolünün tükeneceğini ve batıya satmak bir yana kendi kullanmı için bile Ortadoğu petrolüne ihtiyaç duyacağını söylüyordu. Amerika Sovyetlerin Afganistanı OPEC petrollerini ele geçirmek için bir üs olarak kullanacak olmasına göz yummazdı. Afgan isyancılarını Sovyetlere karşı koyacak silahlarla donattı. CIA kırktan fazla ülkeden 35 bin radikal islamcıyı Afganistan'a gidip Sovyetlere karşı savaşması için kışkırttı. Usame Bin Ladin , Amerika'nın Afgansitan'a getirip eğitim ve silah verdiği isimlerden biriydi. Bir milyondan fazla insanın öldüğü savaş sona erdiğinde Afganistan'da insandan çok füze vardı. Bu da iç çatışma demekti. İktidar mücadeleleri demekti. Amerika Afganistan'ı kendisinin silahlandırdığı insanlarda kurtarmak için işgal etti. Ancak kendi halkını ve dünyayı bu işgalin Amerikanın kendi meselesi olduğuna inandırması gerekiyordu. Sonrası malum ; 11 Eylül saldırısı ve Bin Ladin'i aramak adı alında işgaller, ölümler... Tüm bunlar ne içindi ? Petrol .



Irak'ın Kuveyt'i işgal etmesi ve bine yakın petrol kuyusunu havaya uçurarak Çernobil'e denk bir çevre kirliğine sebebiyet vermesi de petrol içindi, Amerika'nın Irak'ı işgal edip milyonlarca Iraklıyı öldürmesi de.

Bunların çoğu çevremizde gerçekleştiği ve bizi bazen doğrudan bazen dolaylı olarak etkilediği için bilinen veya tahmin edilen hiç olmazsa kulak aşinalığı olunan konular. Oysa Somali'de de , Myanmar'da da , Darfur'da da, Nijerya'da da , Kolombiya'da da, Angola'da da, Ekvador'da da aynı kirli oyunlar dönüyor. Bizim açlık ve sefalet görüp yiyecek ve ilaç yardımı gönderdiğimiz topraklara medeni ülkeler petrol görüp silah gönderiyor.

Biliyorum çok uzun bir yazı oldu ancak anlatmak istediklerimin yarısını anlattım henüz. Türkiye'de de bu oyunlar oynandı ve oynanıyor. Bunu anlAtacaktım. Türkiye'de petrol var mı ? Varsa ne kadar petrol var ? Neden çıkarılmıyor ? Bunları ve bunların terör ile ilişkisini anlatacaktım. Ama çok uzun olacaktı. Bu yüzden şimdilik bu kadarını yazdım.

Devamı gelecek..
Read On 2 Yorum

Tartışma Kültürü

Pazartesi, Haziran 04, 2012

Üniversitede biri ilk dönemde diğeri ikinci dönemde olmak üzere yılda en fazla iki sunum yapan arkadaşlarımdan bazıları sunumlarına “ Bugünkü anlatacaklarım..” şeklinde başladığında sorardım içimden “ Dün ne anlattın ki?” diye. Bu soruyu sizin de sormamanız için “Bugünkü yazım..” diye başlamayı düşünmüyorum postuma. Postuma mı? O ne öyle ya? Yemin ederim tuzlanmış deri geldi aklıma. Bu postumu Türk Hava Kurumuna mı bağışlasam acaba?

“İyi bir blogcu iki üç günde bir yazar” temalı yazıma kadar iki üç günde bir yazan ideal bir blogcuydum. Ne olduysa o yazıdan sonra oldu. Yazamıyorum. Yazacak şey yok, demiyorum. Yazamıyorum diyorum. Ne çok “yazmak” fiilini kullandım ben bu yazıda. Neyse neden yazamadığımı açıklamaktan vazgeçtim. Yazmıyorum. Sanki çok da umrunuzdaydı neden yazamadığım.

Yazamıyorum dediysem de takip etmiyorum demedim. Ders çalışmaya ara verdiğimde telefona sarılıp haber sitelerine, bloglarınıza, twitter ahalisinin üretip türettiklerine bakıyorum hızlıca… Gündemden geri kalmıyorum anlayacağınız. Bugün gündemin sıcak konusu kürtaj ve eltisi sezaryen hakkında bişeyler söyleyebilirdim ama ondan da vazgeçtim şimdi. Tartışmaların olması beni karamsarlığa itmiyor ama keşke tartışmaların nasıl yapılması gerektiğini öğrenmiş , karşısındakine değer veren, empati kurabilen, özeleştiri yapabilen, değişime açık, bilgili daha da önemlisi hoşgörülü ve ön yargısız yetişkinlerimiz olsaydı diyorum. Okullarımızda yüzlerce tartışma tekniğinden en zararlı olanının daha doğrusu getirileri götürülerinden az olanının kullanılıyor olmasının uzun vadede televizyon ekranlarına yansıması olarak görüyorum bunu ben. Münazaradan bahsediyorum. Bildiğiniz gibi bu tartışma tekniği iki zıt fikrin bir jüri önünde savunulması şeklinde gerçekleştiriliyor. “Anne mi önemlidir baba mı?” , “ Okul mu önemlidir aile mi?” , “ Çok okuyan mı bilir çok gezen mi?” gibi sorular sorulur ve genellikle taraflar kura ile belirlenir. Önemli olan sadece kendi görüşünün doğruluğuna inandırmaktır. Şovenist, saldırgan, laf ebesi , söz ustası ve sempati duyulan kişilerin bulunduğu taraf kazanır. Hiçbir şekilde fikirlerini değiştirmemeleri, kendilerine verilen fikri körü körüne savunmaları istenir. Evet bu tartışmanın da kazandırdıkları var tabi ki. Karşı fikri de bilmeyi gerektirir, araştırma becerisi kazandırır vs. Ama alternatif tartışma teknikleri yerine okullarda en çok hatta sadece münazaranın kullanılıyor olması gelecekte farklı istenmeyen davranışlara neden oluyor. Bir fikri körü körüne de olsa iyi savunduğunda haklı çıkabileceğini öğreniyor, katılmadığı bir fikri beğenilme arzusuyla savunarak iki yüzlülüğe alışıyor, fikrini ne olursa olsun değiştirmemesi gerektiğine inanırken; karşısındakinin doğrularına katılmayı, hoşgörü ve empatiyi zayıflık olarak görmeye başlıyor… Tüm bu istenmeyen davranışların ödüllendirildiği bir dersin yanında , eğitim hayatı boyunca öğretilen fiziğin, kimyanın, tarihin, felsefenin hiçbir değeri kalmıyor. Çünkü bildiklerini uzlaşmak, anlaşmak, anlamak için değil saldırmak ve kazanmak için kullanıyor.


Eğitim sistemimizin milyon yanlışlıklarından sadece birinin, hayatın tüm alanlarına nasıl yansıyabildiğini görebiliyor musunuz? Bu kadar yanlış varken evlerimizde, kahvehanelerde, kuaförde, okulda, televizyonlarda hatta mecliste kimin neyi tartıştığı ve ne sonuca vardığının ne önemi var. Varılacak sonuç asla doğru olmayacak. Ne varılan sonuç ne de o sonucun tam tersi doğru. Bu ülkede neyi tartışacağımıza siyasetçiler karar verebilir evet ama siyasetçiler dahil nasıl tartışacağımızı bilmiyor oluşumuz eğitim sistemimizin ve sistemi yürütenlerin ayıbı.

Söyleyeceklerim bu kadar. Gitmek zorundayım çünkü cari açığın en son kaç milyar dolar olduğunu takip etmeye harcamam gereken vakti, düşündüklerimi burada sizinle paylaşmak için harcadığım için "öğretmen" olamayabilirim.
Read On 5 Yorum

David Meerman Scott

Çarşamba, Mayıs 02, 2012

Bloglarla ilgilendiğimden beri içinde “blog” yazan her yazıyı önemsedim. İlgi alanıma giriyor olması, seçtiğim meslek ile paralellik göstermesi, blog yazıyor olmam ve blog yazma kültürünü çevremden başlayarak yaygınlaştırma gayreti içine girmemden dolayı “ Blog nedir? Kimler yazabilir ? Kimler blog yazmalıdır? Blog yazmanın faydaları nelerdir? Etkili blog nasıl olur?" gibi soruların en detaylı cevabını aradım durdum. Üniversitede daha önce yapılmamış bişeyi yaptım ve uzun araştırma ve tecrübelerime dayanarak bir seminer düzenledim. Gelecekte daha fazla kişiye daha geniş bilgi ve tecrübeyle yeni seminerler vermek isterim. Tıpkı blog yazarken olduğu gibi hiçbir maddi beklentim olmadan yapmak istiyorum bunu.

Daha fazla bilgi ve daha fazla bakış açısı için kitaplar mükemmel birer kaynak. Genellikle aynı anda iki veya üç kitap okurum ben. Biri fantastik- polisiye-macera türü olur, biri siyasi-tarihi, biri de mutlaka teknoloji. Bloglar konusuna ayrı bir önem verdiğimi söyledim. Ve bu konuda okuduğum en faydalı , en zevkli kitap bugün size bahsetmek istediğim David Meerman Scott ‘un “ Pazarlamanın ve İletişimin Yeni Kuralları” adlı kitabı oldu. Verdiği bilgiler, bu konuda yaptığı araştırmalar ve kendisinin de çok aktif bir blogger olması bana bu kitabı sevdiren faktörler. En güzel tarafı da şimdiye kadar okuduğum teknoloji veya iş kitaplarının neredeyse tamamında gördüğüm resmi, gösterişli, ağır ve sıkıcı terimlerle boğan üslubun yerine yazarın samimi, açık ve anlaşılır bir dil kullanmış olması. Her kesimden insana hitap ettiği gibi her kesimden insanın anlayabileceği kendi tabiriyle “blog dili ” ile anlatmış. “Siz okurlara daha iyi geleceğini düşündüğüm için yeni kuralları sizinle paylaşırken blog dilimi kullandım” demiş.



250 dolarlık kamerasıyla Microsoft çalışanlarının, üzerinde çalıştıkları ve yaptıkları ürünler hakkında düşündüklerini kaydederek internette yayınlayan, böylece ayda 4 milyondan fazla farklı ziyaretçi kitlesi oluşturan bir adam. Satışlarını bir yılda iki katına çıkarmayı yeni medyayı anlamaya ve onun getirdiği yeni kuralları uygulamaya borçlu bir şarap üreticisi. Sadece bir blogcu, bir kamera kullanıcısı ve bir Flickr fotoğrafçısı ile 2006’da Amerikada başkanlık yarışına katılan bir siyasetçi. Ve bu kitapta bahsi geçen daha onlarca insan, olay, örnek.. Hepsi yepyeni bir dünyaya girdiğimizi gösteriyor bize.

Yukarda bahsettiğim “kamerasıyla 4 milyon ziyaretçi çeken adam” , Microsoft’tan ayrılışını dünyaya bloggerların duyurduğu, teknoloji konusunda otorite bir isim olan “Robert Scoble” . Ve o bu kitap için şöyle söylüyor ; Bu kitabı okuyarak, işinizi kurmak için gerekli güvenilirliği nasıl kazanacağınızı öğreneceksiniz. Tadına varın !

David Meerman Scott, eskiden dünyaca ünlü çok büyük bir şirkette pazarlama bölümü başkan yardımcısıyken basılı reklam ve PR ajansı için yılda yüz binlerce dolar harcama yapan biri olarak; eski pazarlama ve PR kurallarının artık işe yaramadığını, internetin gücünden yararlanmak isteyenlerin eski kurallara aldırmaması gerektiğini söylüyor. Kitabın bir çok yerinde bu kitapta anlattıklarının Pazarlama ve PR uzmanlarının uykularını kaçırdığını ifade ediyor. Bir alıntıyla örnek vereyim ;

“ Bazı pazarlama ve PR profesyonellerinin eski alışkanlıklarını değiştirmekte çok zorlandıklarını görüyorum. Bu fikirler insanların rahatını kaçırıyor. Konferanslarda konuştuğum zaman insanlar çoğu zaman savunmacı bir duruş alarak kollarını bağlıyor ve başlarını öne eğip ayakkabılarını seyrediyorlar. Eski kuralları öğrenmiş olan pazarlama ve PR profesyonelleri doğal olarak doğrudan erişimin yeni dünyasına direniyorlar”.

Bu kitap, ürünlerini satın alan müşterilerinin kendilerini nereden bulduklarını öğrenmek amacıyla yaptıkları anketlerden yüzde 90 “internetten” sonucunu elde etmiş şirket yöneticilerinin kalan yüzde 10 için harcadıkları devasa paraları nerelerde kullandıklarını öğrenme fırsatı sunuyor okurlarına. Sosyal medya, Youtube ve blog çağında kitlelere sesleniyormuş izlenimi veren etkisiz televizyon reklamlarına devasa bütçeler ayırıp hiç kimseye sesini duyuramamak yerine çok daha küçük bütçelerle çok daha fazla kişiye ve çok daha etkili bir şekilde ulaşmanın yollarını sıralıyor.

“Yeni Kurallar” söyleminin yakın zamanın “ yeni yalanlarından biri” olduğunun bilincinde olan Scott buna rağmen kitabın adında “yeni kurallar” ifadesine yer vermiş. Eskiden olsa kitabın çok satması ve okunması için reklamlara para harcaması veya bir gazeteciyi kitap hakkında yazması için ikna etmesi gerektiğini ancak şimdi okuyanların kitap hakkındaki düşüncelerini kolayca paylaşabileceği bir ortamda kendi kitabına güvendiğini ve “yeni kurallar” yalanları arasında kaybolmayacağından emin olduğunu söylüyor. Ve haklı çıkıyor ki tüm dünyada bu kitap çok satanlar listelerinde yer alıyor.

Üç kısımdan oluşan kitabın I. Kısmında internetin pazarlama ve PR kurallarını nasıl değiştireceği, II.kısımda bloglar, pod yayınları, forumlar, vikiler, viral yayılma, internet siteleri gibi araç ve kavramları tanıtıyor ama kendisi de bir blog yazarı olan Scott ; "siz bu satırları okuyana dek kitaba ekleyebilmiş olmayı çok isteyeceğim yeni tekniklerle karşılaşacağımdan hiç kuşkum yok. Online araçlar çok hızlı gelişiyor” diye de ekliyor. III. Kısımda da yeni kuralları nasıl hayata geçirebileceğimizi, araçların nasıl etkili kullanılacağını anlatarak okurlara rehberlik ediyor.

Scott, hedeflerine ulaşmakta blogunun ne kadar yardımcı olduğuna hala şaşırıyormuş. Aklına gelen fikirleri blogunda paylaştığını, takipçilerinden aldığı geri bildirimlerin onu yönlendirdiği ve blogculuğun hayatını değiştirdiğini söylüyor. Dünya çapında onlarca konuşma yapmasını da, danışmanlık hizmeti verdiği müşterilerinin önemli bir kısmının kendisini tercih etmiş olmasını da hatta çok satan listelerinde üst sıralarda olan bu kitabını yazmasını da bloguna borçlu olduğunu anlatıyor.

Blogları, blogların gücünü, blog yayınlamayı, bloglardan yararlanan organizasyonları ve blogların organizasyonlara katkılarını da ele alan yazar, blog yazmaya başlamadan önce bilinmesi ve yapılması gerekenleri anlatıyor tek tek.

Blogu olanlar, blog yazmayı düşünenler, Halkla İlişkiler ve Pazarlama uzmanları, Sosyal Medya Uzmaları… Kısacası interneti etkili kullanmak isteyen, yeni dünyaya ayak uydurmak isteyen herkes için çok faydalı olacak bir kitap. Kendiniz için, çocuklarınız için, şirketiniz için alıp okuyun derim.
Read On 12 Yorum

Blogger Yeni Görünüm

Cumartesi, Nisan 21, 2012

Küfretmek istediğiniz birine "Yeni Blogger Arayüzüne Benziyorsun" demeniz yeterli. Ancak çok dikkatli olun ve gerçekten o insanı hayatınızdan tamamen çıkarmak istediğinizden emin değilseniz sakın ola bu benzetmeyi kullanmayın. Evliyseniz ve eşinize bunu söylediyseniz kesinlikle boşanma sebebidir. Bir futbol maçında rakip takım oyuncusuna "F... blogger new interface" deseniz öyle 2 maçla kurtaramazsınız yakayı. Futbol hayatınız biter. Sonra ekranlara çıkıp "Öyle demek istemedim. "F... blogger new interface" aslında "dingil" gibi bişey. Başka anlamda söylediysem dilimi eşşek arıları soksun" gibi açıklamalar yapmak zorunda kalırsınız.


Blogger'ın arayüz yeniliği bize bir kez daha göstermiş oldu ki her gelişim bir değişimdir ama her değişim bir gelişim değildir. Sevmedik. Sevemedik. "Zamanla alışırsınız" taktiği uyguluyorlar ama beni düşündüren şey "google" gibi sadelikten ve kullanıcı memnuniyetinden ödün vermeyen bir şirketin "less is more" felsefesini terkettiğinin sinyallerini veriyor olması. Facebook gibi burnunun dikine hareket etmeye başlaması hiç hayra alamet değil. Kullanıcı dostu tavırlarının karşılığında eksikleri görmezden gelinen hatta tüm mailleri tarıyor olmalarına bile kimsenin ses çıkarmadığı google, belki blogger yüzünden değil ama bu yeni felsefesi yüzünden gelecekte sıkıntılar yaşayabilir.

Kullanıcılara sorulabilirdi. Anketler yapılabilirdi. Fikirler istenebilirdi. Ya da tıpkı kullanıcılara sunduğu hazır temalar gibi farklı farklı arayüzler geliştirilip her kullanıcının kendi arayüzünü seçmesi sağlanabilirdi. Hatta kullanıcılar nasıl ki bloglarının tasarımını veya öğelerin yerleşimini kendileri yapıyorsa arayüzlerini de kendileri geliştirebilir ve özelleştirebilirdi. Ama bunları yapmayıp kullanıcıların yüzde 90'ının sevmediği yeni bir arayüze geçmekte ısrar ediyor ve onları zorluyor. Bari şikayetleri dinleseler. Tepkilere kulak verseler.

Biraz araştırdım yeni blogger için olumlu konuşan sadece bir kişeye rastladım. Genel olarak tepkiler şu şekilde :


@Ipekbocegii Yeni sürümle blogger paneli açmak gelmiyo içimden yorum görme denetleme bile işkence ya offf:(

@bakimlininblogu blogger ın yeni haline alışmak zaman alacak. hiç beğenmedim :s

@bellatrixbegins Blogger'ın yeni hali insanı yazmaktan soğutur. Günahım kadar sevmedim.

@kozmoblog "blogger yeni görünümüne kavuşuyor" cümlsini her okuduğumda titriyorum. nefret ediyorum yahu alıştığım şeylerin kontrol dışı değişiminden.

@seymaslife blogger'ın yeni yüzünü sevemedim, geçmiycem, inat ettim.

@Hapfairy Oh no, I hate the new Blogger layout. Can't find a thing!

@This_girlslife OK really don't like the new blogger layout - why does everything always have to chaaaaaaaaaange - we fear change

@ptnik Dear @Blogger, scheduled post still not publishing. New interface unusable in mobile browsers (to try and publish manually). C'mon.

@reyhanlahersey Bu yeni blogger arayüzünün kayıt düzenle seçeneği nerde yahu! Aramak bile gelmiyor içimden.İlahikomedyaaaaaa! Ben beğenseydim Hamlet derdim

@LunaparkQueen Offff Blogger'ın yeni arayüzü iğrenççç.. Hiç sevmedim :(((

@aynadakikedi yeni blogger arayüzünü sevmiyorum =(

@madammoda Blogger kendi kendine yeni ara yuze gecmis.Zorunda miyim kardesim???

@Ipekbocegii Blogger panel yeni sürüme geçmiş çok mutsuzuumm:(

@valerieboucher Just for the record, I absolutely hate Blogger's new layout.

@eugelng NO BLOGGER, NO. I don't want you to update to the new layout. UGHHHfjalskdjf

@betsymck WOW! How in the world did I miss that the @Blogger was going to change their editing & posting format?? Not very user-friendly :(

@MeTheManAndBaby I dont want it :( everytime I click on to blogger I go back to the old style! @blogger

@pushingrope Looking on Twitter, see that many people hate the newhttp://Blogger.com interface as much as I do. I ask followers, should I try Tumbler

@texasinafrica Here's the thing, Google. Your new cross-platform interface sucks. It sucks on Gmail, it sucks on G+, it sucks on Reader. Why Blogger?

@piratebluestar @blogger -- your new interface looks terrible. What happened? That is not an update. it looks terrible. Uck!

@ipv10 I don't like the new blogger interface. It is confusing

@Swordroll I do not like blogger's new look. :/

@lookcloserblog ughhh i cannot stand the new blogger layout! doing this post is taking forever

@jointhegossip Who else hates the new Blogger dashboard?

@rebeccamherman oh dear God I HATE the new Blogger interface. Why can't it be optional?

@fashionsteeleny I literally Hate the new @blogger outlay. It it super slow, freezes every 2 secs and doesn't save documents properly...hello wordpress :-(
Read On 32 Yorum

Sigara Yasağı ve Faşizm

Cumartesi, Nisan 14, 2012

Faşizm , bir grubun, bir ırkın, bir milletin , bir devletin veya yalnızca bir kişinin bir konuda diğer gruba, ırka, millete, devlete veya kişiye baskıyla, zorbalıkla, tehditle veya şiddetle kendi görüşünü, duruşunu, karalarını veya eylemlerini kabul ettirmesidir. Evet bu tanım bana ait ve kabaca böyle bir ideoloji. Faşizm denilince aklımıza İtalya veya Almanya gibi devletler ve onların uygulamaları geldiği için faşizmi milliyetçilik ile eş anlamlı sanıyoruz ve günlük hayatta faşistlik olarak nitelendirilen pek çok durum için “Hade leyn cahil !” şeklinde tepki veriyoruz. Oysa milliyetçilik faşizmin önemli bir ayağı sadece. Daha doğrusu yönetime uygulanışı. Tek tip düşüncenin muhafazası, zıt fikirlerin önlenmesi, önlenememiş ise susturulması ve hakim düşüncenin korunması otoriteyi ve otoritenin devamını sağlamak için şarttır bu ideolojide. Bireysel farklılıklara önem verilmez ve koyun gibi görülen toplumda sürü psikolojisinin benimsenmesi sağlanır. Bu sıkıcı konuyu burada kapatmak ve güncel bir olaya geçmek istiyorum şimdi. Geçtiğimiz günlerde Okan Bayulgen’in Yeditepe Üniversitesinde gerçekleştirilen bir konferansta 1500 kişinin önünde sigara içmesi ve sigarasını söndürmesini isteyen bir kız ile polemiğe girmesi çok tartışıldı. Bu konu hakkında uzunca yazacak kadar çok şey düşünmüyorum aslında. Peki neden yazmak istedim ?


Haberlerde, bazı bloglarda ve internet sitelerinde olayı okuduğumda aklıma gelen ilk şey “Eldorado Filmi” oldu. Daha doğrusu o filmden çok güldüğüm bir sahne. Filmi çok beğenmiştim ben. Durağan bir filmdi ama tipler çok doğaldı ve izlettiriyordu kendini. Sahneyi kestim biçtim ve paylaşıyorum sizinle. Çok kısa bir şekilde bahsedeyim bu sahnenin öncesinden. Sigara içmek isteyen kişi diğerinin evine giren bir madde bağımlısı. Diğeri onu hırsız sanıyor evinde yakalayınca. Ama olaylar farklı gelişiyor ve birbirlerine isimlerini bile sormadan beraber uzun bir yolculuğa çıkıyorlar. Burası da yağmurlu bir gecede yol kenarında görüp sığındıkları bir karavan. Okan Bayulgen’in haklı olup olmadığı konusunda konuşmak istemiyorum. Okan Bayulgen’den bahsediyoruz. 1500 kişiyi bırakın canlı yayında milyonların önünde sigara içmiş bir adam . Cezasını öder içerim diyerek sigara yasağına tepki koyan bunu yaparken de cezalandırma yöntemini mi yoksa yasağın kendisini mi eleştirdiğini bilemediğimiz birisi.

Neyse. İçelim. Pardon izleyelim. Ayrıca ben sigara içmem.


Read On 8 Yorum

Açlık Oyunları | Film

Pazartesi, Mart 26, 2012


Filmden az önce çıktım ve sıcağı sıcağına yazmak istedim düşüncelerimi. Araya zaman girerse belki film hakkında söyleyeceklerime kitap hakkındaki düşüncelerim sızar ve ikisinin karışımı bişey ortaya çıkar. Onca zaman geçmesine rağmen kitap o kadar aklımda yer etmiş ki kitaptaki tüm güzel ayrıntılar filmdeki tüm boşluklara çok geçmeden taş dolu kavanoza eklenen kum taneleri gibi dolmaya başlayacak eminim.

Çok uzatmak istemiyorum. Film onca yüksek beklentime rağmen beni memnun etti. Kitaptan sinemaya uyarlanan filmlerde sıklıkla rastlanan "memnuniyetsizlik" ve "beklentinin çok altında kalma" durumundan bu kez bahsetmek mümkün değil. Film, kitaba neredeyse yüzde 90 uyuyor. Çok az değişiklik yapılmış ama bu değişikliklerin de çoğu olumlu yönde. Soundtrack seçimleri film ile çok uyumlu ayrıca.

Film gösterime girmeden önce yazdığım yazıda güzel bir film olacağını ve eğer gösterime girince gitmeyi düşünmenize rağmen hala kitabını okumamışsanız mutlaka okuyup öyle gitmenizi tavsiye etmiştim. Sinemaya uyarlanan kitapların okurları genellikle filmlerden memnun kalmazlar demiştim. Bu kez tersi olur mu bilmiyorum. Çünkü okuyan biri olarak filmden memnun kaldım ama okumasaydım filmden çıktığımda kafamda ne kadar cevapsız soru ve boşluk olurdu tam kestiremiyorum. Neresi saçma, neresi karmaşık, neresinde fazla var neresinde eksik ayırt edemezsiniz eğer okuduysanız.



Peki hiç mi beğenmediğin tarafı yoktu filmin diye sorarsanız ? Vardı. Peeta. Kesinlikle yanlış seçim. Hele Peeta'nın göründüğü ilk sahne. On ikinci mıntıkadan haraç olarak adı okunduğu sahne. Allah yaratmış sonuçta bişey demek istemiyorum ama yanlış seçim be abi. Katniss çok iyi seçim oysa. Güzel de oynamış. Tam zihinlerdeki Katniss olmuş Jennifer Lawrence. Gale de fena değil. Prim de idare eder. Hatta Rue , Snow , Haymitch ve diğerleri de tamam ama Peeta... O sahnede dedim ki "Peeta'ya yüzde 30 benziyor bu çocuk". Sonra saçları dağıtınca yüzde 50'ye çıktı birden. İyi oynarsa belki aradaki farkı kapatır dedim. Filmi yüzde 70 ile bitirdi. Bu da iyi oynadığını gösterir tabi.. Ama farklı biri olabilirdi. Rolü torpille kapmış gibi duruyor çünkü.


Yine de çoookkk büyük bir beklenti ile gitmeyin filme. Güzel işte daa . Hiç mi güzel film izlemediniz. Abartmayalım şimdi. Güzel bir kitabın sinemaya başarılı bir şekilde aktarılması diyebiliriz. Kitabı okumuş olanlar da kitaptakilerin hepsinin filmde yer almasını beklemesin. En başta kitap herşeyi bir karakterin gözünden anlatıyor bize. Duygularını hislerini açıkca söyleyebiliyor. Planlarını biliyoruz, kızgınlıklarını korkularını mutluluklarını biliyoruz. Ama filmde Capitol halkı ne görüyorsa biz de onu görüyoruz.

Cut !
Read On 9 Yorum

Uç Uç Pötüncek

Perşembe, Mart 22, 2012

Bir insan sabırsızsa eğer ; ya tüm sabrını bir kişide yitirmiştir ya da tüm sabrını bir kişiye saklamıştır. İnsanları bir türlü sevemeyen biri , ya bütün sevgisini birinde tüketmiştir ya da bütün sevgisini biri için bekletmiştir. Hayat nasıl bir şakaysa artık kimse sevgisini tüm sabrını kendinde yitirenlerde tüketmiyor . Kimse sabrını tüm sevgisini kendine bekletenlere saklayamıyor.

Bitti sabrım. Kaldı sevgim. Ortada kalmış kimsesiz bir çocuktan daha acı bir şey varsa bu ortada kalmış bir sevgidir. Tut diyorum elimi. Bakıyorum ki kırılmış kolu kanadı. Sever diye sabrediyorum. Bakıyorum kalbini de kırmışlar. Hiçbir şeyi yok diyerek çekip gitmiyorum ama “kırıp dökenler” gibi. Yaşamak için milyarlarca yıl sıra beklediğim bu hayatın en güzel dönemini zehir ediyorum kendime çoğunun ağzındaki sakız kadar değer vermediği “sevgi” için. Avuç içine hapsedilmiş bir uğurböceği gibi dönerken hayalin zihnimde hem sana eziyet ettiğim için hem de açtığımda ellerimi parmak uçlarıma kadar yürümeyi bile beklemeden uçup gideceğini bildiğim için üzülüyorum.

Sensizlik , cam kırıklarından bir duman içime çektiğim; kapalı bir odada havada dans edip gittikçe dağılan sigara dumanı gibi. Ama yine de özgürsün. Uç uç pötüncek. Bu çocuk seni hep güzel hatırlayacak.


Read On 6 Yorum

Açlık Oyunları Vizyona Giriyor

Pazartesi, Mart 19, 2012

Evvvettttt arkadaşlar. Sonunda merakla beklenen “Açlık Oyunları” filmi vizyona giriyor. Hatta birçok ülkede vizyona girmiş bulunuyor. Türkiye’de ise 23 Martta gösterime girecekmiş. Tüm bekleyenlerinin gözü aydın.

Okuyanların okumayanlara anlattığını da varsayarsak – ki bu kitapları okuyup da en az 5 kişiye anlatmaya çalışmamış olanın akıl sağlığından şüphe ederim – abartmıyorum yarım milyardan fazla insan bu filmi bekliyordur dünyada. Kimileri haftalardır, kimileri aylardır, kimileri filmin çekileceği duyurulduğundan beri, kimileri de benim gibi kitap ilk çıktığında okuyup son sayfayı çevirdiğinden beri.



Kısa sürede birçok ülkede çok satan kitaplar listesinde zirveye yerleşen ve aradan geçen yıllara rağmen başarısını sürdüren “Açlık Oyunları” tüm dünyada her yaştan insanın beğenisini topladı. Bence kendinden önceki serilerden farklı olan bir yanı da hayran kitlesindeki çeşitlilik. Öyle sahiplenildi ki her ülkede adına açılan onlarca fan sitesine üye olan okurlar kitaptaki karakterlere film için kendi oyuncu tercihlerini sıralar oldu. Çok konuşuldu tartışıldı. Kitaptaki bazı sahneleri temsilen resimler çizildi. Animasyonlar hazırlandı. Bunun yanı sıra “Açlık Oyunları ve Severleri” oyun şirketlerinin de gözünden kaçmadı. Birçok oyun piyasaya sürüldü. Ama bence asıl patlamayı film tüm dünyada gösterime girdiğinde yapacak. Bundan sadece bir ay sonra Açlık oyunları takıları, Açlık Oyunları giysileri, Açlık Oyunları ojeleri, makyajları, saçları, oyunları, oyuncakları, posterleri, çıkartmaları şeklinde geniş ve büyük bir sektör oluştuğunu göreceksiniz.

Ayrıca sadece gençlerin, çocukların, ergenlerin veya kızların dilinde de olmayacak “Alacakaranlık” gibi. Çünkü kitaba sadık kalındıysa – ki hem oyuncular ve yapımcılar hem de gösterime girdiği ülkelerde izleyenler kitaba büyük oranda sadık kalındığını söylemiş - bu film bir çocuk veya bir ergen filmi değil tam bir yetişkin filmi olmuş demektir. Ayrıca şiddet sahnelerinin çocuklara ne kadar uygun olacağı da henüz bilinmiyor.



Film için “Amerika tarihinin en etkileyici filmi olabilir” yorumları yapılmış. Dediğim gibi Suzanne Collins’in bu serisi sadece kitap değil bir senaryo serisi. Şayet hakkıyla beyazperdeye aktarılmışsa en etkileyici film olması hatta Twilight efsanesine son vermesi hayal değil. Ayrıca yazar Suzanne Collins de filmin çekimlerinde aktif olarak yer almış ve filmin afişinde yapım yönetmenleri arasında adı geçiyor. Değişikliklerde fikri alınmış ve sürekli etkileşim halinde olunmuş. Kitapları okuduysanız filmden memnun kalacaksınız çünkü kitaptan pek fazla sapmadık denilmiş.

Bu yazımı filmi duyurmak için yazmıyorum. Film zaten kendini duyuracaktır. Amacım güzel olacağından ümitli olduğum ve yazarından oyuncusuna kadar herkesin ümit verdiği çok konuşulacak bir filmden daha fazla zevk alabilmeniz adına filmi izlemeden önce kitabı okumanız için kısa da olsa hala zamanınızın olduğunu bildirmek. Bu film ilk kitabın filmi. Serinin tamamını okumanız gerekmiyor bu kısa sürede. İlk kitap “Açlık Oyunları”. Fazla zamanınızı almaz. Bir gece bir gündüz yeterli bu muhteşem deneyim için. Çünkü oldukça sürükleyici ve okuyucuyu içine çeken bir roman. Ama etkisinden kurtulmak o kadar kısa sürmeyecektir. Bu kitap hakkında en çok duyacağınız yorum kaç saatte okunmuş olduğudur.

Kitabın ve dolayısıyla filmin konusuna hiç ama hiç girmek istemiyorum. Yazar acımasızlığın ortasında kalmış bir aşkı anlatıyor. Hissizliğin ortasında kalmış hisleri açığa çıkarıyor. İç güdülerin insanları nasıl vahşi bir hayvana çevirebildiğine şahitlik edeceksiniz. Yazar savaşı ve insanların ölümlere kayıtsızlığını eleştiriyor. Romanın ana karakterini “ Reality TV programlarıyla gerçek savaş görüntüleri arasında zapping yaparken” oluşmaya başladığını söylüyor.

Kısacası Açlık Oyunları “The Hunger Games” filmi geliyor. Önce kitabını okuyun. İzledikten sonra okuyamayacaksınız çünkü.

Read On 25 Yorum

Gelecek Yüzyıl | Patrick Dixon

Cuma, Mart 16, 2012

Gelecek hakkında öngörülerde bulunan kitaplara olan merakım bitmek bilmiyor. Gelecekte bizi nelerin beklediği konusunda birbirinden farklı birçok uzmanın söylediklerini az çok biliyorum artık . Bence böyle kitaplardan yılda en az iki tane okumak gerekiyor. Bu konuda okuduğum ilk kitap Gölge CIA olarak bilinen ve dünyanın süper güçlerine akıl veren 70 eski CIA ajanının kurduğu Stratejik Araştırma kurumu olan Stratfor’un Kurucusu George Friedman’ın “Gelecek Yüzyıl” adlı kitabıydı. O kitabı okuduğumda olacağını söylediği şeyler pek inandırıcı gelmiyordu ama bugün söylediklerinin bir çoğu gerçekleşti ve gerçekleşme eğiliminde. Özellikle Türkiye’ye büyük yer ayırmıştı o kitapta. Bir hafta kadar önce Stratfor, Başbakan Erdoğan’a iki yıl ömür biçtiği için çok konuşulmaya başlandı. Umarım bizzat gözlemlediğim başarılı öngörüleri bu kez tutmaz.



Son okuduğum kitabın adı da George Friedman’ın ki ile aynı ; “Gelecek Yüzyıl” . Kitabın yazarı Patrick Dixon . Kitap için “Bireylerin ve şirketlerin 21. Yüzyılda hayatta kalabilme ve başarıya ulaşma rehberi” değerlendirmesi yapılmış. “Gelecek Yüzyıl'ın ilk baskısı 1998’ de yazılmış ve o zamanki öngörülerden ilk yirmi yıl içerisinde olması beklenenlerin birçoğu gerçekleşmiş. Örneğin ; devlet destekli terörün yayılacağını söylemiş ki bugün pkk’yı besleyen Suriye yönetimi olsun, İsrail olsun, Rusya’ya karşı terörist grupları destekleyen Amerika olsun, sömürgelerini kaybetmek üzere olan Avrupa devletlerinin bazı devletlerin iç işlerine karışıp halkı isyana teşvik etmeleri olsun bu öngörünün fazlasıyla gerçekleştiğini gösteriyor. İnsanlığı tehdit edecek yeni virüslerden bahsetmiş zamanında. Sars olsun, Kuş gribi olsun, domuz gribi olsun, kene tehlikeleri olsun, keçi bilmem nesi… Yani bu öngörü de aynen doğrulanmış görünüyor. İnternetin telefonun yerini alacağını söylemiş ki bu da doğru. Artık telefonla aramak yerine telefondan bile internete girip mail atarak, tweet ile veya facebook’tan ulaşarak veya daha birçok internet tabanlı sesli ve görüntülü iletişim araçlarıyla haberleşiyor insanlar. Bunun yanında , Çin’in yükselişi , siyasal İslamın güçleneceği, internet üzerinden perakende satış devriminin olacağı , ekonomik istikrarsızlıkların baş göstereceği , tüp bebekler , karbon salınımına kota ve daha bir çok öngörü bugün ya yakın zamanda gerçekleşti ya da çoktan tarihe karıştı. Zaten bu kitapta da söylüyor bundan sonra “geleceğin” hiç olmadığı kadar hızlı bir şekilde “geçmiş” e dönüşeceğini. Ayrıca insanlık tarihinin en büyük sorunlarının bu yüzyıl içerisinde meydana geleceğini iddia ediyor Patrick Dixon . Hatta çoğunun bu yüzyılın ilk yarısında olacağını söylüyor. Bu kitap 4. baskısıymış .Ve ilk baskılarına göre daha ayrıntılı ve ileri tahminlerde bulunulmuş. Belki de ilk baskılardaki öngörülerde yanılmamış olmalarının verdiği cesaretle daha ayrıntılı tahminler yapılmış.

Şimdi size kitapta geçen öngörülerden bir kaçını örnek vermek istiyorum ;

- 2020 yılından itibaren sanat ve kültürün her yönünde kökten bir değişim görmeyi bekleyin.

-Önümüzdeki 20 yıl içinde “Joker Olaylar” ın ortaya çıkmasını bekleyin ve bu olaylara karşı hızlı tepki verme yeteneği ve uyumlu karar verme mekanizması geliştirerek hazırlık yapın.

-Gelecek “hızlı” dır. Yeni bin yılda “hız” herşey olacaktır. Gelecek çok hızlı bir şekilde geçmişe dönüşecektir.

-Tatiller kısalacak, sıklaşacak ve daha amaçlı hale gelecek.

-Şarja ihtiyaç duymayan, metanol yakıt hücreli, neredeyse ağırlıksız , sesle kumanda edilebilen ve 30 km’lik tünelde bile çalışan telefonlar çok düşük maliyetle kullanılır olacak.

-Müzik sektöründe yeni yeteneklere çok az yatırım yapılacak olmasına rağmen albüm sayılarında her geçen yıl patlama olacak. Müzisyenler kendi evlerinde kendi imkanlarıyla albümler çıkarıp sitelere pazarlayacak.

-Geleneksel TV şirketleri izleyici kaybedecekler, izleyiciden anında geri iletimle biçimlenen televizyon programları artacak ve çaresiz televizyon şirketleri insanlara belli programları izlediklerini kanıtlamaları karşılığında ödüller verecek.

-Eğitimde sanal devrim yaşanacak. Eğitim çok boyutlu olacak. Dayağı yasaklayan yaklaşımların fazla işe yaramadığının farkına varılarak, ceza ve disiplin üzerinde sil baştan düşünülecektir.

-Sanal perakende artacak, sanal ilişkiler yaygınlaşacak, sanal şirketler çoğalacak.

- Erkek ve dişi robotlar hayatımıza girecek..

-Bugünkü bankacılık tarihe karışacak..

-İnternet bağımlısı olacağız ,bilişim teknolojileri hayatımızı kuşatacak..

- Nehirler kurumaya devam edecek, dünya daha da susayacak, su savaşları yaşanacak , deniz suyu içilecek..

- Parçalanmış aileler çoğalacak, devletlerin temel meselesi aile olacak..

- Bebek sahibi olan çocuklar artacak, reşit olma yaşı düşecek, kısır bir kuşak yetişecek..

- Kadınlara erkeklerden daha fazla iş verilecek, toplumlar dişileşecektir..

-Televizyon , büyük savaşların sürdürülmesini güçleştirecektir..

- Seçim vaatleri yerine getirilmeyecek..

- Çevre , yüzyılın en önemli meselesi olacaktır...

- Deniz seviyeleri liman şehirlerini tehdit edecek..

- Türlerin yok oluşu hızlanacak..

- İnsanın klonlanması mümkün olacak ve klon piyasası oluşacak..

- Müslümanlık ve Hristiyanlık yaygınlaşacak..


Son olarak arka kapak yazısını da paylaşıp gidiyorum buradan.. Kitaplığınızda bulunması gereken bir eser bu. Şimdi kendinize iyi bakın.

"Yazar Patrick Dixon içinde bulunduğumuz üçüncü bin yılın ilk yüzyılında hayatımızda oluşabilecek bütün ayrıntıları, öngörüleri ve değerlendirmelerini bu eserinde bilimsel olarak gözler önüne seriyor; 21. yüzyılda iş hayatınızın geleceği, aile ve kişisel yaşamınızda size başarıya ulaştıracak tüyoları sunuyor.

- Yarın için plan yap.
- Yeni dünyaya dair radikal düşünmeye çalış.
- Geçmişten gelen ilişkilerini iyi değerlendir.
- Bilim ve teknolojinin sana sunduğu olanaklardan yararlan.
- Geçmiş ile gelecek arasında bir köprü kur. Geçmişi unutarak geleceğe hazır olamazsın.

Gelecek yüzyılda dünyayı bekleyen tehlikeler, yeryüzünde oluşan yeni süper güçler, yeni devlet ittifakları ve olası savaşlarla, bu savaşların nedenlerinin tespitleri; yeni bin yılın ilk yüzyılında hayallerimiz, bilim ve teknolojinin ulaşacağı noktalar ve dünyada görebileceğimiz olası değişimler bu kitapta bütün inandırıcılığıyla karşımıza çıkıyor. "

Eğer siz bir kuruluşsanız mutlaka bu kitabı okumalısınız!
Brian Sauter

Gelecek planı yapanlar için önemli bir kitap!
Sir Peter Vardy
Read On 9 Yorum

Google Friend Connect

Pazartesi, Şubat 27, 2012

Google daha kurucularının zihnindeki bir düşünceyken bile “kullanışlılık” en önemli özelliğiydi. Sergey Brin ve Larry Page adındaki iki doktora öğrencisi cebindeki harçlıklarla, arkadaşlarından aldıkları borçlarla, okuldan rica minnet kopardıkları bozuk bilgisayarlarla “Google” adlı bir program geliştirirken piyasada milyar dolarlık dev şirketlere dönüşmüş onlarca arama motoru vardı. Ama hepsinin temeli zayıftı ve gittikçe çöplüğe dönüşen internet bu şirketlerin sonunu getiriyordu. Aramalar alakasız sonuçlar verdiği gibi bir takım aç gözlü arama motoru şirketleri en fazla parayı vereni sonuçlarda en üstte göstermek gibi şeytani yollara başvurmuştu. “Google” sadece bir programdı. Bir şirketin göz bebeği olacağı düşünülerek geliştirilmemişti. Daha doğru ve hızlı sonuçlar veren bir algoritmaydı. Mevcut arama motorlarına ilaç gibi gelecekti ama Allahtan neredeyse hepsi bu iki gencin 1, 6 milyon dolarlık tekliflerini dalga geçerek reddetti. Onlar da kendi arama motorlarını kurmaya karar verdi. Ve bugün dünyanın en büyük birkaç şirketinden biri haline geldi. Zamanının en gözde arama motorlarını tarihe gömmeyi başardı ve hala büyümeye devam ediyor.

Kullanışlılık en önemli özelliği dedim. Bunu hepimiz biliyoruz zaten. Temiz, reklamsız, iç açıcı ana sayfası neredeyse interneti koklatsan açılıyor. İnternetin henüz sadece 1000 de 4 ünü taradıklarını söylemelerine rağmen doğru ve alakalı sonuçlar verme konusunda en güvendiğimiz arama motoru. Üstelik Google artık sadece arama motoru da değil. “Şeytanlık Yapma” felsefesi ile hareket eden Google’ın “Dünyayı daha yaşanabilir hale getirmek” gibi bir hedefi var. Sadece “arama” ile bunu başaramayacaklarını herkesten daha iyi biliyorlardı. Bu yüzden ilk önce dünyaya bir “ e posta” hediye ettiler. Nisan 1 şakası sandı insanlar. 2004 yılının 1 Nisan’ında bir duyuru ile hizmete başladıGmail. Aramadaki farkını e posta hizmetinde de göstermişti. O dönemde Microsoft, AOL, Yahoo ve daha bir sürü e posta hizmeti veren şirket vardı ama hemen hemen hepsi birbirinin aynıydı. Bazıları maillerinizi sadece 30 gün saklıyordu, bazıları da sadece 2 mb bellek verdiği için e postalarınızı kendi ellerinizle silmeye zorluyordu. Belleği arttırmanız için ciddi miktarda para ödemeniz gerekiyordu. Karmaşık bir yapıları vardı ve hızlı da değillerdi. Gmail gerçek bir şaka gibiydi. Her kullanıcıya 1 GB bellek veriyordu. Üstelik ücretsizdi. Hızlıydı. Kullanışlıydı.

Google insanlar arasındaki iletişime çok önem veriyordu. En fazla e posta gönderiyorlardı internet kullanıcıları birbirine ve google bu hizmeti en iyi verendi. İnsanlar ikinci olarak arama yapıyorlardı. Bunu da tartışmasız en iyi kendisi yapıyordu. Şimdi sıra içerik üretmeye gelmişti. "Blogger" ı Pyra Labs'tan satın alarak başladı bu işe. Kısa zamanda herkesin gönlünü kazanmıştı. Milyonlarca kullanıcıya ulaştı ve şimdi popüler olan facebook veya twitter'dan farklı olarak "kaliteli içerik" sağlıyordu internet alemine. Diğer sosyal ağlar için elinizde bir mouse olması yeterliyken bloglar "klavye" istiyordu. Google , sosyalliğe çok boyutluluk katmıştı "blogger" ile. Ama bir Messenger olamadı. Bir Facebook olamadı. Twitter bile olamadı. Facebook için alternatif olarak düşündüğü Wave tutmadı, yanlış hatırlamıyorsam Facebook’u satın alma girişiminde de bulundu. Şimdi de yeni gözdesi Google Plus. İlk bakışta Facebook çakması gibi görünse de alt yapısı oldukça sağlam. Daha önceki sosyal ağ denemelerindeki başarısızlığı burada da yaşamak istemiyor. “Google’ı, Gmail’i, Blogger’ı ve daha yüzlerce ürünümüzü bedava kullanıyorsanız Google Plus’a da geçeceksiniz arkadaş !” diyor bir anlamda. “ Siz güzellikten anlamıyorsunuz madem biz de sizi mecbur bırakırız” demeye çalışıyor. İletişime yönelik tüm hizmetlerini Google Plus’ta topluyor. Hali hazırda kullanılan hizmetlerine son vererek ürünlere alışmış kitleyi sudan çıkmış balığa döndürmeyi böylece herkesi yeni mecraya çekmeyi planlıyor. Bunlardan biri de Google Friend Connect. Bu en çok blog yazarlarını ilgilendiriyor. Çünkü Friend Connect “İzleyiciler” ürününü barındırıyor içerisinde. 1 Martta son verilecek hizmet blog yazarlarının kafasını karıştırmış durumda. İzlediğim bloglar ne olacak ? İzlemek istediklerime nasıl ulaşacağım ? En önemlisi şimdiye kadarki izleyicilerimi kaybedecek miyim ?

Kapatma duyurusu aylar önce çıkmıştı. Ama kapsamlı bir açıklama yapılmamıştı. Nabız mı yokladılar bilmiyorum ama Google’ı iyi bilen biri olarak “Kendi kullanıcılarına kazık atmaz” demiştim en başından beri. Birilerinin canı yanacak orası kesin ama bloggerlar rahat olsun. Yapılan son açıklama bu gelişmeden “blogspot” kullanıcılarının etkilenmeyeceği yönünde. Ama diğer altyapıları kullanan blog yazarları artık google’ın sunduğu bu hizmetten yararlanamayacak.

Etkilenmeyecek dediysek öyle tam da etkilenmeyecek demedik. Çünkü Friend Connect sadece “İzleyiciler” eklentisi demek değil. Çoğu kullanıcı bilmiyor ama blog yazarının izleyicileri ile iletişim kurmasında büyük kolaylık sağlıyordu. Mesela tüm izleyicilere tek seferde kolay bir şekilde ulaşmak , hepsine birden bir mail veya bir duyuru göndermek çocuk oyuncağıydı. Bunun nasıl yapılabildiğini alttaki resimden anlayabilirsiniz.




1 Marttan itibaren son verilecek olan bu hizmet ile birlikte bu kolaylık da ortadan kalkmış olacak. Ama kim bilir belki de daha iyi bir sitem getirilir yerine. Çünkü dediğim gibi google daha kullanışlı olanın peşinde hep. Bu arada bloglarımızda kullandığımız “izleyiciler” eklentisinin de gelişmiş özelliklerini buradan ayarlıyorduk. Hizmete son verilmesi durumunda blog sahipleri bu ayarlamaları yapamayabilir artık. Varsayılan şekilde kullanmak durumunda kalırlar. Elbette bir süre sonra kodlarla bu soruna da çare bulunacaktır ama ben düşündüm ki hala bu ayarları yapmak basitken arkadaşlarıma nasıl yapabileceklerini göstermekte fayda var. İzleyiciler eklentisini varsayılanın dışında kullanmak isteyen arkadaşlarımız 1 Mart’a kadar hizmette olacak Google FriendConnect’ten aşağıda anlattığım şekilde değişiklikler yapabilirler.





Google Plus(Google +) 'a kimse zorlamadan da geçerim diyenler buraya , zaten üyeliğimi aktifleştirmiştim diyenler Naysting'i oradan da izlemek yani çevrelerine eklemek isterlerse buraya, kendi blogunuza da böyle bir sayfa açmak isterseniz (facebooktaki sayfa olayı gibi) buraya tıklayın.

Artık kendinize iyi bakabilirsiniz.
Read On 0 Yorum

Zamanda Yolculuk Olasılığı

Perşembe, Şubat 09, 2012

Bu kitap Einstein ile ilgili okuduğum üçüncü kitap . “ Dünyayı Değiştiren Beş Denklem” kitabını da sayarsam dördüncü. Ama o kitap büyük bir bölümünde Einstein’dan söz ediyor olsa da sadece onu anlatan bir kitap olmadığı gibi kişilerden çok buluşlarının dünyaya etkilerinden bahşetmişti. Bu yüzden üç buçuk kitap diyebiliriz toplamda. Diğer ikisinden birini daha önce burada paylaşmıştım. “Benim Gözümden Dünya” . İkincisi de “ Einstein’ın Kahramanları”. Ondan henüz bahsetmedim. Ama güzel bir kitaptı. İlgilenenler okusun. Benim ayrıntılı olarak bahsetmemi beklemesin.

Uzun bir zaman önce alıp okumaya başladığım ve aralıklarla okuduğum bu kitabın adı “Einstein Evreninde Zaman Yolculuğu” . Yazarı dünyaca tanınmış bir bilim adamı olan Astofizik Profesörü “ J.Richard Gott” . Kitabın editörü Prof. Dr. Cengiz Yalçın’ın kitaba katkısını da atlamamak lazım. Neden okudum ? Farkındaysanız bu soruyu son birkaç kitapta sordum. Belki neden okuduğum sorusuna verdiğim cevapların sizin de kendinize soracağınız “Neden okuyayım ?” sorusuna cevap vermenizde yardımcı olur diye düşünüyorum. Einstein’ı merak ediyordum, meşhur izafiyet teorisini de, Einstein’ın diğer düşüncelerini de , onun insanlık için neden önemli biri olduğunu da, zamanda yolculuğu da merak ediyordum. Evreni merak ediyordum. Bilim tarihi dersinde de sunum yapmak istediğim bilim adamının adıydı “Einstein” . Ve gidip bir sürü kitap aldım, bir sürü makale okudum, belgeseller izledim. Çok ilginç ve farklı bir sunum yaptım. Çok beğenildi ve akıllarda yer etti. Bu kitap o dönem aldığım kitaplardan biriydi işte.

Zamanda yolculuk kim olursa olsun, hangi alanla ilgili olursa olsun merak uyandıran bir konu. Bu konudan ilham alınarak meydana getirilmiş onlarca film ve kitap var. Hayalgücü zengin senaristler için daha onlarca film çıkar bu konudan. Hem izleyenlerin bu filmleri daha sağlıklı özümleyebilmesi hem de yazar veya senaristlerin hayalgücünü zenginleştirmesi açısından bu kitap oldukça yararlı olacaktır. Üstelik karmaşık bir konuyu elinden geldiğince basitleştirmeye çalışmış somutlaştırarak anlaşılmasını kolaylaştırmış olması nedeniyle yazar Gott’a teşekkür etmeliyiz.




Kitabın başında orjinalinde olmayan 25 sayfalık bir ek var. Burası editöre ait. İyi ki burayı kitaba eklemiş. Çünkü sunumum için bu kitapta bana sadece burası faydalı oldu. Einstein’ın fırtınalı yaşam öyküsü, özel görelilik ve genel görelilik konuları “Aklın Efendisi Einstein” başlığı altında verilmiş burada. Sonrasında Richard Gott almış mikrofonu ve 260 sayfa konuşmuş. Nelerden mi bahsetmiş ? Bir zaman makinesi ile neler yapılabileceğini , zamanda yolculuk paradokslarını , ışınlanmayı , paralel evrenler teorisini ve diğer zaman yolculuğu teorilerini “Zamanda Yolculuk Rüyası” başlığıyla anlatmış.

İkinci bölüm “Zamanda Geleceğe Yolculuk” . Burada “ Hareket eden bir saat neden geri kalır?” , Roketler neden ışıktan daha hızlı gidemez ? gibi ilginç sorulara bilimsel cevaplar verilmiş ve evrenin kaç boyutlu olduğu yönündeki görüşlerden bahsedilmiş.

Üçüncü bölümün konusunu bir önceki bölümde tahmin etmişsinizdir. “Geçmişe Yolculuk” . Aslında hepimiz geçmişi görüyoruz. Aynadan kendimize bakarken bile. 45 ışık yılı uzaklıktaki belki de yıllar önce sönmüş olan kuyruklu yıldıza baktığımızda onun 45 yıl önceki halini görüyor olmamız gibi geçmişe gitmenin mümkün olduğunu biliyoruz. Şimdi uzayın çok uzak bir noktasında bulsak kendimizi ve özel bir dürbünle baksak dünyaya belki de Fatih’in İstanbul’u fethini görebiliriz. Peygamber Efendimizin Veda Hutbesini de öyle. Kitapsa böyle bir gerçeklikten farklı olarak geçmişe dönüp onu değiştirebilmenin mümkün olup olmadığını ele almış. Hatta girişte A.H.R Buller’den şöyle bir alıntı yer alıyor “ Bight adından genç bir kız vardı. Işıktan daha hızlı uçabilirdi. Bir gün yola çıktı. Göreli bir yola. Yola çıkışından bir önceki gece eve döndü” . Uzay zaman eğrisi, kozmik sicimler, karadelikler, gödel evreni ve benzer şeyler anlatılmış.

Her bölümde ne anlatıldığını uzun uzun yazmaktan vazgeçtim ben. Kısaca başlıkları söylüyorum ve bu yazıyı daha fazla uzatmıyorum. Dördüncü bölümün başlığı , Zamanda Yolculuk ve Evrenin Başlangıcı. Beşinci ve son bölüm ise “ Gelecekten Rapor” .

Yazıyı bitirmeden önce bir uyarıda bulunmak istiyorum. Kitabın güzel olması okumaktan zevk alacağınız anlamına gelmez. Bu konular ilginizi çekmiyorsa ve merak etmiyorsanız tüm bunları; Okumayın. Şimdi kitabı çevirip baktım arkasına fiyatı ne kadarmış diye. Çok değil 10 Tl. Alıp baksanız da sorun olmaz yani. Pahalı olsaydı merak etmiyorsanız kesinlikle okumayın derdim. Ama belki okuyunca merak edersiniz.

Kendinize iyi bakın.
Read On 6 Yorum

.........♫ Ne Dinliyorum ♫.........


Angus & Julia Stone - Paper Aeroplane
Ne Dinledim ?              Ŧคtเђ

Son Güncelleme

  • Fişleme | Kısaca Fd - Ellerinin üzerindeki henüz pıhtılaşmış kanları temizlemek için mutfağa girdi ve az önce öldürdüğü adama ait kanları tezgahın üzerinde duran büyük cam şişed...
    3 yıl önce

------------Süper Lig--------------



Ne Okuyorum ?

Nice Things

Haftanın Blogu                     Haftanın Yazısı

Haftanın Videosu              Haftanın Fotoğrafı

Herkesin Bir Popisi Vardır

Related Posts with Thumbnails

Sohbet Koyu.. Sen de Katıl !

................Çay da var hem. Çay içen mi?...........


................Çay Erdal Bakkal'da içilir ................

Son Yorumlar